6. sınıf öğrencileri için özel olarak seçilmiş İngilizce kısa hikayeler! Eğitici, eğlenceli ve dil becerilerini geliştiren öykülerle İngilizce öğrenimini daha keyifli hale getirin. En iyi hikayeleri keşfedin!
6. Sınıf İngilizce Kısa Hikayeler
Sınıf İngilizce Kısa Öyküler Türkçe tercümeli
The Fairy Girl and the Lost Treasure
Once upon a time, in a distant forest, there lived a fairy girl known for her beauty and magic. Her name was Luna, and she was the guardian of the forest.
Luna knew every corner of the forest and could talk to the trees and animals. One day, she found an old map hidden deep within the forest. The map indicated the location of a lost treasure.
Luna decided to set out to find the treasure. As she ventured deeper into the forest, she found glowing stones that illuminated her path.
These stones were magical markers guiding her in the right direction. Following the stones, Luna arrived at a large cave.
At the entrance of the cave was a large door that had clearly not been opened for years. Luna whispered magical words to open the door. The door slowly creaked open, and Luna stepped inside.
The cave was dark and eerie, but Luna was fearless. She used her magic wand to light her way and proceeded deeper into the cave.
After a while, Luna came upon a large room. In the middle of the room was a chest filled with glowing gold and jewels. As Luna approached the chest, a dragon guarding the treasure appeared.
The dragon told Luna that she could not have the treasure. But Luna gathered her courage and offered to share the treasure fairly.
The dragon accepted Luna’s offer. Luna explained that she would use the treasure for the needs of the forest. The dragon, impressed by Luna’s honesty and bravery, agreed to share the treasure with her.
Luna took the treasure and distributed it throughout the forest, benefiting all its inhabitants.Luna was very happy to have found the treasure and protected her forest.
The dragon, now her friend, helped her guard the forest. This story, telling of the power of courage and fairness, was passed down in the forest from generation to generation.
Peri Kızı ve Kayıp Hazine
Bir zamanlar, uzak bir ormanda, güzellik ve büyü ile ünlü bir peri kızı yaşardı. Adı Luna’ydı ve ormanın koruyucusuydu. Luna, ormanın her köşesini tanır, ağaçlarla ve hayvanlarla konuşabilirdi.
Bir gün, ormanın derinliklerinde gizlenmiş eski bir harita buldu. Harita, kayıp bir hazineyi gösteriyordu.
Luna, hazineyi bulmak için yola çıkmaya karar verdi. Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, yolunu aydınlatan parlayan taşlar buldu. Bu taşlar, onu doğru yöne yönlendiren sihirli işaretlerdi. Luna, taşların izini sürerek büyük bir mağaraya ulaştı.
Mağaranın girişinde, yıllardır kimsenin girmediği belli olan büyük bir kapı vardı. Luna, kapıyı açmak için sihirli sözler fısıldadı. Kapı yavaşça açıldı ve Luna içeri girdi.
Mağaranın içi karanlık ve ürkütücüydü, ama Luna korkusuzdu. Elindeki sihirli değnekle yolunu aydınlattı ve mağaranın derinliklerine ilerledi.
Bir süre sonra, Luna büyük bir odanın önüne geldi. Odanın ortasında, parlayan altın ve mücevherlerle dolu bir sandık duruyordu. Luna, sandığa yaklaştığında, hazineyi koruyan bir ejderha ortaya çıktı.
Ejderha, Luna’ya hazineyi vermeyeceğini söyledi. Ancak Luna, cesaretini topladı ve ejderhaya, hazineyi adil bir şekilde paylaşmayı teklif etti.
Ejderha, Luna’nın teklifini kabul etti. Luna, hazineyi ormanın ihtiyaçları için kullanacağını söyledi. Ejderha, Luna’nın dürüstlüğüne ve cesaretine hayran kaldı ve hazineyi onunla paylaştı.
Luna, hazineyi alıp ormanın her köşesine dağıttı, böylece ormanın tüm canlıları bundan faydalandı.
Luna, hazineyi bulduğu ve ormanını koruduğu için çok mutluydu. Ejderha ise artık Luna’nın dostu olmuştu ve ormanı birlikte koruyorlardı. Bu hikaye, cesaretin ve adaletin gücünü anlatır ve ormanda dilden dile anlatılır.
The Hungry Chicken and the Wheat in the Field
Once upon a time, in a small village, there lived a hungry chicken named Clara. Clara was always on the lookout for food, wandering around the village in search of something to eat. One sunny morning, she decided to venture beyond the village and explore the nearby fields.
As Clara pecked at the ground, she noticed a large field filled with golden wheat. Her eyes lit up with excitement. “If only I could have some of this delicious wheat,” she thought. However, the field was surrounded by a high fence to protect the crops from animals.
Determined to satisfy her hunger, Clara began to look for a way into the field. After walking along the fence for a while, she found a small hole just big enough for her to squeeze through. With a bit of effort, she managed to get inside.
Once in the field, Clara wasted no time and started pecking at the wheat. She ate and ate until her belly was full. While she was feasting, the farmer who owned the field noticed her. He was not pleased to see his precious wheat being eaten by a chicken.
The farmer approached Clara and said, “Little chicken, this wheat is not for you. It is meant to be harvested and turned into bread for the village.” Clara felt ashamed and replied, “I’m sorry, Mr. Farmer. I was so hungry that I couldn’t resist. Please forgive me.”
The farmer, seeing Clara’s genuine remorse, decided to teach her a lesson in a kind way. “I will forgive you, Clara, but you must help me replant the wheat you have eaten,” he said. Clara agreed, feeling grateful for the farmer’s kindness.
Over the next few days, Clara worked hard alongside the farmer, planting new wheat seeds. She learned how much effort and care it took to grow food. By the time they were done, Clara had a newfound respect for the farmer and his work.
From that day on, Clara made sure to never steal food again. She also became friends with the farmer, who often shared some of his crops with her as a reward for her hard work and honesty. Clara’s story spread through the village, teaching everyone the value of hard work and respect for others’ property.
Aç Tavuk ve Tarladaki Buğday
Bir zamanlar, küçük bir köyde Clara adında aç bir tavuk yaşardı. Clara, her zaman yiyecek arayışında, köyde dolaşıp dururdu. Bir sabah, köyün ötesine geçip yakınlardaki tarlaları keşfetmeye karar verdi.
Clara, yere gagasını vururken, altın sarısı buğdayla dolu büyük bir tarla fark etti. Gözleri heyecanla parladı. “Keşke bu lezzetli buğdaydan biraz yiyebilseydim,” diye düşündü. Ancak tarla, hayvanlardan korumak için yüksek bir çitle çevriliydi.
Açlığını gidermek için kararlı olan Clara, tarlaya girecek bir yol aramaya başladı. Çitin boyunca yürüdükten bir süre sonra, onun sığabileceği kadar küçük bir delik buldu. Biraz çabayla içeri girmeyi başardı.
Tarlaya girer girmez, Clara vakit kaybetmeden buğdayları yemeye başladı. Karnı doyana kadar yedi. O sırada, tarlanın sahibi olan çiftçi, Clara’yı fark etti. Değerli buğdaylarının bir tavuk tarafından yenilmesini görmekten hoşnut olmadı.
Çiftçi Clara’ya yaklaşarak, “Küçük tavuk, bu buğday senin için değil. Bu buğday, köy için ekmek yapmamız için hasat edilip kullanılacak,” dedi. Clara utandı ve, “Üzgünüm Bay Çiftçi. Çok açtım ve dayanamadım. Lütfen beni affedin,” diye cevap verdi.
Çiftçi, Clara’nın samimi pişmanlığını görünce, ona nazik bir şekilde ders vermeye karar verdi. “Seni affedeceğim, Clara, ama yediğin buğdayları yeniden ekmeme yardım etmelisin,” dedi. Clara, çiftçinin nezaketine minnettar olarak kabul etti.
Önümüzdeki birkaç gün boyunca, Clara çiftçiyle birlikte çalışıp yeni buğday tohumları ekti. Yiyecek yetiştirmenin ne kadar emek ve özen gerektirdiğini öğrendi. İşleri bittiğinde, Clara çiftçiye ve onun işine karşı yeni bir saygı kazanmıştı.
O günden sonra, Clara bir daha asla yiyecek çalmamaya özen gösterdi. Ayrıca çiftçiyle arkadaş oldu; çiftçi, dürüstlüğü ve çalışkanlığı için ona sık sık ürünlerinden ikram etti. Clara’nın hikayesi köyde yayıldı ve herkese sıkı çalışmanın ve başkalarının mülküne saygı göstermenin değerini öğretti.
The Frog and the Scorpion
One sunny day, a scorpion stood by the bank of a river, looking for a way to cross to the other side. The river was wide, and the current was strong, so the scorpion couldn’t swim across. As he pondered his dilemma, he noticed a frog sitting nearby on a lily pad.
The scorpion approached the frog and said, “Dear frog, I need to get to the other side of the river. Could you please carry me on your back across the river?”
The frog looked at the scorpion suspiciously. “Why should I trust you? You might sting me while we’re crossing, and I would drown.”
The scorpion replied, “If I were to sting you, we would both drown. It would make no sense for me to sting you during the crossing.”
The frog thought about this for a moment and decided that the scorpion’s logic made sense. Reluctantly, he agreed to help. “Alright,” said the frog. “Climb on my back, and I’ll take you across.”
The scorpion carefully climbed onto the frog’s back, and the frog began to swim across the river. The current was strong, but the frog swam steadily and confidently. Halfway across the river, the frog suddenly felt a sharp pain in his back. The scorpion had stung him.
The frog, feeling the poison spreading through his body, cried out, “Why did you sting me? Now we’ll both drown!”
The scorpion, as they both began to sink, replied sadly, “I couldn’t help it. It’s in my nature.”
And so, both the frog and the scorpion were swept away by the river’s current, leaving behind a lesson about the true nature of beings and the importance of trust.
Kurbağa ve Akrep
Güneşli bir gün, bir akrep, bir nehrin kenarında durup karşı tarafa geçmenin bir yolunu arıyordu. Nehir genişti ve akıntı güçlüydü, bu yüzden akrep yüzerek geçemezdi. Kendi kendine bu çıkmazı düşünürken, yakındaki bir nilüfer yaprağında oturan bir kurbağa fark etti.
Akrep, kurbağaya yaklaşıp, “Sevgili kurbağa, nehrin karşısına geçmem gerekiyor. Beni sırtında nehrin karşısına taşıyabilir misin?” dedi.
Kurbağa, akrebe şüpheyle baktı. “Sana neden güveneyim? Karşıdan karşıya geçerken beni sokabilirsin ve ben boğulurum.”
Akrep cevap verdi, “Seni sokarsam, ikimiz de boğuluruz. Geçiş sırasında seni sokmam mantıksız olur.”
Kurbağa bunu bir an düşündü ve akrebin mantığının doğru olduğunu kabul etti. İsteksizce yardım etmeyi kabul etti. “Peki,” dedi kurbağa. “Sırtıma tırman, seni karşıya geçireceğim.”
Akrep dikkatlice kurbağanın sırtına tırmandı ve kurbağa nehrin karşısına yüzmeye başladı. Akıntı güçlüydü, ama kurbağa kararlı ve emin bir şekilde yüzdü. Nehrin yarısına geldiklerinde, kurbağa aniden sırtında keskin bir acı hissetti. Akrep onu sokmuştu.
Zehir vücuduna yayılırken, kurbağa acıyla bağırdı, “Neden beni soktun? Şimdi ikimiz de boğulacağız!”
Akrep, ikisi de akıntıya kapılmaya başlarken üzüntüyle cevap verdi, “Elimde değildi. Bu benim doğamda var.”
Böylece, hem kurbağa hem de akrep, nehrin akıntısına kapılıp gittiler. Bu hikaye, varlıkların gerçek doğası ve güvenin önemi hakkında bir ders bıraktı.
İngilizce Kısa Hikayeler
The Ancient Temple and the Cursed Treasure
In a remote jungle, hidden beneath the thick canopy of trees, there lay an ancient temple rumored to hold a cursed treasure. Many adventurers had sought to uncover its secrets, but none had returned to tell the tale.
One day, a brave explorer named Lara decided to embark on a journey to find the legendary temple. Armed with her wits and determination, she ventured deep into the heart of the jungle, following the cryptic clues left behind by those who had gone before her.
After days of relentless trekking, Lara stumbled upon the overgrown ruins of the ancient temple. Its stone walls were adorned with intricate carvings, and its entrance was guarded by ominous statues. Undeterred by the eerie atmosphere, Lara pressed on, driven by her thirst for adventure.
As she delved deeper into the temple’s labyrinthine corridors, she encountered deadly traps and cunning puzzles designed to thwart any who dared to trespass. But Lara was undaunted, using her intellect and agility to overcome each obstacle in her path.
Finally, after what seemed like an eternity, Lara reached the inner sanctum of the temple, where the cursed treasure lay hidden. But as she laid her hands on the ancient artifact, she felt a malevolent presence stir within the temple’s depths.
Suddenly, the temple began to tremble, and the air grew thick with ancient magic. Lara realized too late that she had awakened the curse that had lain dormant for centuries. Desperate to escape, she raced against time to flee the temple before it collapsed around her.
With a final leap of faith, Lara emerged from the crumbling ruins just as the temple collapsed into a heap of rubble behind her. Though she had narrowly escaped with her life, she knew that the cursed treasure would forever remain buried beneath the jungle’s dense foliage, a cautionary tale for those who dared to seek its riches.
The Lost Kingdom in the Forest
Deep within the heart of an ancient forest, shrouded in mystery and legend, there lay a lost kingdom forgotten by time. Tales of its grandeur and riches had long been whispered among the trees, but few dared to seek out its hidden treasures.
One fateful day, a young adventurer named Alex stumbled upon an old map that purported to lead to the lost kingdom. Intrigued by the promise of untold wealth and adventure, Alex set out into the dense forest, determined to uncover its secrets.
For days, Alex journeyed deeper into the forest, facing numerous obstacles and challenges along the way. Yet, fueled by curiosity and a thirst for discovery, he pressed on, undeterred by the dangers that lay ahead.
As he ventured deeper into the forest, Alex began to notice strange markings etched into the trees, guiding him ever closer to his destination. Eventually, he stumbled upon the ruins of an ancient city, hidden amidst the towering trees.
Excited by his discovery, Alex explored the crumbling ruins, marveling at the intricate carvings and faded frescoes that adorned the ancient buildings. Yet, as he delved deeper into the city, he soon realized that he was not alone.
Dark shadows lurked among the ruins, whispering tales of a long-forgotten curse that had befallen the kingdom centuries ago. Undeterred by the warnings, Alex pressed on, determined to uncover the truth behind the lost kingdom’s demise.
As he delved deeper into the heart of the city, Alex discovered a hidden chamber buried beneath the forest floor. Inside, he found a treasure beyond his wildest dreams, but with it came a terrible price.
For the curse that had long haunted the lost kingdom now threatened to consume him, trapping him within its ancient walls for eternity. Yet, even as the darkness closed in around him, Alex knew that his discovery would live on, a testament to the lost kingdom’s legacy and the power of its enduring secrets.