MÖ 1570, Teb şehri, Mısır. Nil Nehri’nin batı yakasında, Krallar Vadisi’nin gölgeli kayalıkları arasında, gece sessiz ve tehditkârdı. Ay ışığı, kumların ve kayaların üzerinde dans ederken, bir grup gölge, sessizce hareket ediyordu. Bu gölgeler, Antik Mısır’ın en kutsal yerlerinden birini, Sobekemsaf II’nin mezarını soymak için bir araya gelmiş bir çeteydi. Ama bu, sadece bir hırsızlık değildi; bu, tanrıların lanetiyle yüzleşme cesaretini gerektiren bir macera, zenginlik ve ölüm arasındaki ince bir çizgide dans etmekti.
Çetenin Planı
Çetenin lideri, Amenpanufer adlı bir taş ustasıydı. Krallar Vadisi’nde mezarların inşasında çalışmış, hangi kayanın yumuşak olduğunu, hangi tünelin hazineye götürdüğünü bilen biriydi. Yanında, Paser adında eski bir nekropol muhafızı, Neferet adında hızlı ve cesur bir hırsız, ve Hori adında, çöldeki pazarlarda çalıntı malları satma konusunda usta bir tüccar vardı. Amenpanufer, ekibine son talimatları verirken, “Bu mezar, Sobekemsaf’ın son istirahatgahı,” dedi. “Altın, mücevher ve kutsal yağlarla dolu. Ama dikkatli olun, tanrılar bizi izliyor.”
Neferet, alaycı bir gülümsemeyle, “Tanrılar mı? Onlar, altın kadar gerçek değil,” dedi. Ancak Paser, eski bir muhafız olarak, mezarların üzerindeki lanet yazılarını hatırlattı: “Mezarı kirleten, ebedi karanlıkta kaybolur.” Hori, sabırsızca, “Lanetler, korkaklar içindir. Altını alalım ve çöldeki alıcılara ulaşalım,” dedi. Plan basitti: Amenpanufer’in bilgisiyle mezara gizli bir tünelden girecek, hazineleri alacak ve şafaktan önce kaçacaklardı.
Mezarın Karanlığı
Krallar Vadisi’nin derinliklerinde, çete, Amenpanufer’in kazdığı dar bir tünelden mezara ulaştı. Tünel, taş duvarlarda gizlenmiş bir boşluktan geçiyordu; mezar mimarlarının tasarladığı tuzakları bilen biri olmadan bulunması imkânsızdı. İçeri girdiklerinde, hava ağır ve küf kokuyordu. Neferet’in el feneri, altın kaplamalı lahitleri ve mücevherlerle dolu sandıkları aydınlattı. Sobekemsaf’ın mumyası, altın bir maskeyle süslenmiş, etrafında Isis ve Nephthys heykelcikleriyle çevriliydi.
Hori, bir sandığı açarken, “Bu altınlar, bizi krallar yapar!” diye fısıldadı. Ama tam o sırada, bir taş levha gıcırdayarak kaydı ve mezarın derinliklerinden bir rüzgâr esti. Paser, titreyerek, “Bu, tanrıların öfkesi,” dedi. Amenpanufer, onu susturdu: “Sadece rüzgâr. Hızlı olun!” Neferet, mumyanın sargılarını yırtarak içindeki değerli muska ve mücevherleri çıkarmaya başladı. Ancak mumyanın göğsündeki kalp skarabi kayıptı; bu, mezarın daha önce de soyulduğuna işaret ediyordu.
Aniden, mezarın duvarlarında bir çatırtı duyuldu. Tünelin girişi, bir taş kütlesiyle kapandı. Hori, panikle, “Tuzak!” diye bağırdı. Amenpanufer, sakin olmaya çalışarak, “Başka bir çıkış olmalı. Mimari planları biliyorum,” dedi. Ama mezarın koridorları, bir labirent gibiydi: sahte geçitler, tuzak kapılar ve kayan taşlar. Çete, karanlıkta ilerlerken, fısıltılar duymaya başladı: “Hazineyi bırak… Bizi kirlettiniz…”
Lanetin Uyanışı
Koridorlarda ilerledikçe, gölgeler belirdi – insan olmayan, ışıkla dans eden siluetler. Neferet, bir muska bulduğunda, gölgelerden biri ona doğru fırladı. “Bırak onu!” diye bağıran bir ses, mezarı doldurdu. Paser, korkudan titreyerek, “Bu, Sobekemsaf’ın ruhu!” dedi. Amenpanufer, soğukkanlılığını koruyarak, “Hayaletler yok. Bunlar, aklımızın oyunları,” dedi, ama sesi kendinden emin değildi.
Hori, altın dolu bir çuvalı sırtlanırken, bir tuzak tetiklendi. Zemin, altında açıldı ve Hori, bir çukura düştü. Çetenin geri kalanı, onu kurtarmak için ip attı, ama çukurdan gelen çığlıklar, kısa sürede kesildi. Paser, “Tanrılar bizi cezalandırıyor!” diye bağırdı. Neferet, gözlerini devirerek, “Hori, aptalca bir hata yaptı. Devam edelim,” dedi. Ancak Amenpanufer, mezarın planını hatırladı: çıkış, lahdin altında gizli bir geçitteydi.
Lahde ulaştıklarında, mumyayı yerinden oynattılar. Altında, dar bir tünel açıldı. Ama tam o sırada, mezarın duvarları titremeye başladı. Gölgeler, daha belirgin hale geldi ve fısıltılar, çığlıklara dönüştü: “Bizi bırak!” Neferet, bir altın kolyeyi cebine atarken, bir gölge tarafından duvara savruldu. Paser, dua etmeye başladı, ama Amenpanufer, “Kaçın!” diye bağırarak tünele daldı.
Kaçış ve Sonuç
Tünel, Krallar Vadisi’nin dışına, çöldeki bir mağaraya açılıyordu. Amenpanufer ve Neferet, ellerindeki birkaç mücevherle dışarı çıktı, ama Paser, mezarda kalmayı seçti. “Tanrılarla yüzleşmeliyim,” dedi, gözlerinde korku ve pişmanlıkla. Çöldeki alıcılar, çalıntı malları bekliyordu, ama Amenpanufer, Hori’nin kaybından ve Paser’in çıldırmasından sonra, altının cazibesinin lanete değip değmediğini sorgulamaya başladı.
Şafakta, Teb’in muhafızları, mezar soygununu fark etti. Amenpanufer ve Neferet, çöldeki bir kervana katılarak kaçtı, ama altınlar, ellerinde ağırlık gibiydi. Paser’in akıbeti bilinmiyordu; bazıları, onun mezarda tanrılar tarafından alındığını söylüyordu. Sobekemsaf’ın mezarı, bir kez daha sessizliğe gömüldü, ama lanet, hâlâ canlıydı.
Amenpanufer, yıllar sonra, bir papirüste soygunu itiraf etti. “Altını aldık, ama ruhumuzu kaybettik,” yazıyordu. Krallar Vadisi, sırlarını ve lanetlerini korumaya devam etti, bir sonraki hırsızı bekleyerek.