Hayalet Gemisi’nin Laneti

Atlantik Okyanusu’nun derinliklerinde, sisle kaplı bir geceydi. Gökyüzünde ay, bulutların arasında zar zor görünüyordu ve dalgalar, bir ninni gibi usulca kıyıya vuruyordu. Ancak bu sakinliğin içinde, bir balıkçı teknesi olan Mavi Ufuk’un mürettebatı, hayatlarının en korkunç gecesine hazırlıksız yakalanacaktı. Kaptan Orhan, telsizden gelen cızırtılı bir mesajla irkildi: “Yardım… Lütfen… Gemi… Lanetli…” Mesaj, aniden kesildi. Koordinatlar, yakınlarındaki bir noktayı işaret ediyordu.

Orhan, 30 yıllık denizciydi ve okyanusun sırlarına alışkındı. Ama bu mesaj, tüylerini diken diken etmişti. Mürettebatı, genç balıkçı Kerem, teknisyen Selin ve deneyimli denizci Fatma’yla durumu tartıştı. Kerem, “Belki bir şaka,” dedi, ama sesindeki tereddüt barizdi. Fatma, başını salladı. “Okyanus, şakacıları sevmez. Bu bir uyarı olabilir.” Selin, GPS’i kontrol etti ve koordinatların, “Bermuda Şeytan Üçgeni”ne yakın bir bölgede olduğunu fark etti. Orhan, kararını verdi: “Kimse okyanusta çaresiz kalmamalı. Gidiyoruz.”

Sislerin İçindeki Gemi

Mavi Ufuk, koordinatlara doğru ilerlerken, hava hızla değişti. Sis, sanki canlıymış gibi teknenin etrafını sardı. Görüş mesafesi birkaç metreye düştü. Kerem, güvertede titreyerek, “Bu normal değil,” diye mırıldandı. Aniden, radar bir cisim tespit etti. Sislerin arasında, devasa bir siluet belirdi: eski, paslanmış bir yelkenli gemi. Direkleri kırık, yelkenleri yırtıktı, ama geminin gövdesinde hâlâ okunabilen bir isim vardı: Ebedi Lanet.

Fatma, gemiyi görünce yüzü bembeyaz oldu. “Bu gemi… Efsane,” dedi. “Yüz yıl önce, korsan kaptan Demirkan’ın gemisiydi. Mürettebatı, lanetli bir hazineyi çaldıktan sonra okyanusta kayboldu. Kimse onları bir daha görmedi… Ama gemi, bazen sislerde belirir.” Orhan, batıl inançlara inanmazdı, ama geminin görünüşü bile içini ürpertti. “Efsane ya da değil, o mesaj buradan geldi. İçeri giriyoruz.”

Mürettebat, Ebedi Lanet’e bir halatla bağlanarak gemiye geçti. Gemi, terk edilmiş gibiydi. Güvertede, paslanmış kılıçlar ve kırık fıçılar vardı. Hava, ağır bir çürüme kokusuyla doluydu. Selin, el feneriyle etrafı tararken, duvarda kazınmış bir yazı buldu: “Hazineyi alırsan, denizin kölesi olursun.” Kerem, gülerek, “Harika, bir korku filminin içindeyiz,” dedi, ama sesi titriyordu.

Lanetin İlk İşaretleri

Gemi’nin içine indiklerinde, koridorlar karanlık ve nemliydi. Duvarlardan sızan su, damla damla yere düşüyordu. Fener ışıkları, gölgeleri dans ettiriyor, sanki gemide başka birileri varmış gibi hissettiriyordu. Fatma, bir an durdu. “Bir şey duydunuz mu?” dedi. Hafif bir fısıltı, koridorun derinliklerinden geliyordu: “Bizi bırak… Hazine bizim…” Orhan, “Rüzgardır,” diyerek ekibi sakinleştirmeye çalıştı, ama kendi kalbi de hızla atıyordu.

Bir kamaraya girdiklerinde, masanın üzerinde eski bir harita ve bir pusula buldular. Harita, okyanusun ortasında bir adayı işaret ediyordu. Pusula ise, manyetik bir alana kapılmış gibi deli gibi dönüyordu. Selin, haritayı incelerken, “Bu ada, hiçbir modern haritada yok,” dedi. Aniden, kamaradaki fenerler titredi ve söndü. Karanlıkta, bir gölge geçti. Kerem, çığlık attı: “Bir şey omzuma dokundu!” Fenerler geri geldiğinde, Kerem’in omzunda kanlı bir el izi vardı, ama odada kimse yoktu.

Fatma, titreyerek, “Bu gemi yaşıyor. Lanet, hâlâ burada.” Orhan, ekibin dağılmasını önlemek için sert bir sesle, “Panik yapmayın! Mesajı göndereni bulacağız.” Ama içten içe, geminin bir tuzak olduğunu düşünmeye başlamıştı.

Hazine Odası

Koridorları takip ederek, geminin en alt katına ulaştılar. Orada, büyük bir kapı vardı. Kapının üzerinde, aynı uyarı yazıyordu: “Hazineyi alırsan, denizin kölesi olursun.” Selin, kapıyı inceledi ve bir mekanizma buldu. “Bu bir kilit, ama anahtar yerine bir sembol gerekiyor,” dedi. Haritadaki bir şekli hatırlayarak, sembolü kapıya çizdi. Kapı, gıcırdayarak açıldı.

İçeride, dev bir hazine odası vardı. Altın sikkeler, mücevherler ve ortada parlayan kırmızı bir taş duruyordu. Taş, sanki kendi ışığını yayıyordu. Kerem, büyülenmiş gibi taşa yaklaştı. “Bu… servet!” dedi. Ama Fatma, onu durdurdu. “Dokunma! Bu, lanetin kaynağı!” Ancak Kerem, uyarısını dinlemedi ve taşı eline aldı. O anda, gemi şiddetlice sarsıldı. Duvarlardan su fışkırmaya başladı ve fısıltılar, çığlıklara dönüştü: “Bizi bırak! Bizi al!”

Orhan, “Taşı geri koy!” diye bağırdı, ama Kerem, sanki hipnotize olmuş gibiydi. Selin, Kerem’in elinden taşı zorla aldı ve kaideye geri yerleştirdi. Çığlıklar dindi, ama gemi hâlâ batıyordu. Fatma, “Çıkmalıyız, hemen!” dedi. Mürettebat, koşarak güverteye ulaştı, ama Mavi Ufuk’un halatı kopmuştu ve tekne, sislerin arasında kaybolmuştu.

Lanetten Kaçış

Gemi, hızla suya gömülüyordu. Orhan, mürettebatı bir can salına yönlendirdi. Tam gemiden ayrılacakken, sislerin arasında gölgeler belirdi: korsanların hayaletleri. Yüzleri çürümüş, gözleri boşlukla doluydu. Ellerinde kılıçlar, mürettebata doğru ilerlediler. Fatma, bir dua mırıldanarak hayaletlere karşı durdu. Şaşırtıcı bir şekilde, hayaletler geri çekildi, ama liderleri, Kaptan Demirkan’ın hayaleti, öne çıktı. “Hazineyi bırakın,” dedi, boğuk bir sesle. “Yoksa denizin dibinde bizimle kalırsınız.”

Selin, çaresizce, “Taşı geri koyduk!” diye bağırdı. Demirkan’ın hayaleti, bir an durdu, sonra başını eğdi. “Lanet, taşı alanları takip eder. Ama siz… farklısınız.” Hayalet, sislerin içinde kayboldu ve gemi, tamamen battı. Can salı, dalgaların arasında savrulurken, mürettebat birbirine tutundu.

Şafakta Kurtuluş

Sabah olduğunda, sis dağıldı ve ufukta bir sahil güvenlik gemisi belirdi. Mürettebat, kurtarıldı, ama Mavi Ufuk’tan eser yoktu. Orhan, yetkililere sadece bir fırtınada kaybolduklarını söyledi. Gerçeği anlatmak, delilik olurdu. Kerem, omzundaki el izine bakarak sessizce titriyordu. Selin, haritayı saklamıştı, ama onu denize atmaya karar verdi. Fatma, “Okyanus, sırlarını korur,” dedi. “Ve biz, onlara saygı duymayı öğrendik.”

O geceden sonra, mürettebat bir daha denize açılmadı. Ama bazen, fırtınalı gecelerde, Kerem’in rüyalarında Ebedi Lanet’in gölgesi beliriyor, fısıldıyordu: “Hazine hâlâ bizi bekliyor…”

Yorum yapın